9 Aralık 2009 Çarşamba

ölü kelimelerden doğan senfoniler

Evet, güzel bir dalgaydı gelen; karaya oturmuş zihinlerimizi oradan kurtarabilecek kadar güçlüydü de. Şimdi boğulmamak zamanı.

Yaşadığımız tüm şeyler hakkında iletişim kurmak için, onları anlatabilmek için aynı semboller sistemini kullanıyoruz. Fakat yaşadıklarımızın bazıları soyut, kavranamaz ve anlatılamaz şeyler. Yine aynı semboller birleştirme fabrikasından çıkan kalıplar, herkeste aynı olmayan, ya da öyle gözükecek kadar çeşitlilik gösteren bu yaşanmışlıkları, hisleri anlatmakta yetersiz olmakla kalmayıp, üzerlerine yapıştıkları zaman onları kendi şekillerine sokuyorlar.

“Kelimeler zihnin parmaklıklarıdır, dışarı bakmadıkça göremediği.” demek istedim ben de. Beynimizin kıvrımlarında dönen bazı şeyleri algılarız; fakat kelimelere döküldükçe anlam kazanır bunlar. Anlamakla anlatabilmenin ayrılamazlığı sayesinde söyleyebiliyorum bunu da. İçerideki çamurun ağızdan dökülüp kuruması, şekiller alması gibidir kelimelere dökmek. Adlandırılamamış, ya da adlandırılmamış şeyler yumuşaktır bu yüzden, parçalara ayrılmaz yere düşünce.

Evet, kocaman bir gezegen beynimiz, düşünceleri yaşatan; ve onu yaşatan bi güneş var, kelime dedikleri. Bir gün sönse o güneş, ışık gelmese artık beynimize; sanmıyorum ki hayat bitsin orada, sanmıyorum ki bir molekül bile amaçlıca hareket edemesin. Bu nedenle dışarı bakmayıp, etrafındaki parmaklıkları görmeyen bi zihnin hala zihin olduğunu düşünmem.

Kelimeler sadece sembollerdir. Kelimeler ölüdürler! Güçlü olmak lazım, sadece onlara dayanmak zorunda kalmayacak kadar, onların sadece bir enstrüman olduğunu akıldan çıkarmayacak kadar, ve bu enstrümanın perdeli olduğunu da.

Çok kelime tanımak gerek, onların içini doldurmak, güzelce ayırt etmek gerek ki en temiz sesler çıksın bizden. Ve tek bir notayla değil, senfonilerle anlatmak gerek içimizdekileri, anlaşılmak için, kafamızı çevreleyen kafes genişlesin diye.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder